1990’ların başında, Amerika’da yaşayan genç bir kadın, hayatının en ağır darbesini aldı. Küçük kızı, boşandığı eşi tarafından aniden ortadan kaybolmuştu. Yapılan araştırmalar, çocuğun yasadışı yollarla Orta Doğu’ya götürüldüğünü ortaya koydu. Anne, bu acı gerçekle yüzleşmek zorunda kaldı. Her gün, kızının nerede olduğunu bilmeden uyandı ve aynı belirsizlikle uykuya daldı. Yıllar boyu süren arayış, umutla umutsuzluk arasında bir köprüye dönüştü. Onun mücadelesi yalnızca kendi çocuğunu bulmak değildi, aynı zamanda binlerce annenin yaşadığı dramı da temsil ediyordu. Kaybolan yılların izleri yüzüne işlense de kalbinde tek bir şey kaldı: kızına kavuşma arzusu.